25 Kasım 2010 Perşembe

Darksiders: Wrath of War


Darksiders: Wrath of War

Savaş... Aklıma gelenleri saymaya başlasam; kan, vahşet, ölüm, silah ve bombalar gibi sözcükleri sıralardım. Ta ki Darksiders'ı oynayana kadar... Çünkü Savaş, bu oyundaki karakterimizin ismi. Çünkü karakterimiz mahşerin 4 atlısından Savaş. Açlık, Ölüm ve Hastalık'ın kardeşi. Sadece bunu duymak bile oyuncuları heyecanlandırmaya yetiyor.


Savaş burada ama ya Açlık, Hastalık, Ölüm?

Daha oyunun başından itibaren oyuncuyu yakalayan bir hikayesi var Darksiders'ın. Zaten daha oyunun başında oldukça yoğun bir aksiyonun içinde buluyoruz kendimizi. Dünya'ya meteorlar şeklinde düşen Cennet ve Cehennem ahalisinin tahrip gücü oldukça yüksek savaşının tam ortasına düşüyoruz. Savaşın ortasında kalan sadece War değil elbette. İnsanlar da bu dehşetin tanığı ve mağduru oluyorlar. Cennet ve Cehennem ahalisinden kastettiğim elbette ki şeytanlar ve melekler. Dünya'ya indiğimizde matıksız olan bir şeyi farkey bilincimize hücum ediyor. Hem etrafta bizden başka atlı yok, hem bunun kıyamet olmadığı söylencesi ortada dolaşıyor. İlk olarak birkaç şeytanı hakladıktan sonra melekleri görüyoruz. İçinizde eğer bir umut ışığı yeşerdiyse hemen söndürün. Çünkü melekler de bize dost değil. Kaos'un hakim olduğu dünyada daha ne olduğunu bile anlamadan ilk bossla karşı karşıya kalıyoruz. O ana kadar bütün güçlerimiz emrimize amadeyken, bossla savaştığımız esnada güçlerimiz alınıyor ve doğal olarak ölüyoruz ve kendimizi Charred Council'in karşısında buluyoruz. Counsil, War'u ana şeytan Destroyer'ı öldürüp tekrar dengeyi sağlamamız ve kendimizi kıyametin sorumluluğundan kurtarmamız için War'u güçlerinden yoksun bir şekilde tekrar Dünya'ya yolluyor. Oyun içindeki asıl mücadelemiz de zaten burada başlıyor.


Ana karakterimiz War.

Bana savaşı anlatabilir misin Abidin?

Savaşı tarif etmek terim olarak mümkün olabilir belki, ancak War'u tarif etmek imkânsız gibi. Anlatılmaz yaşanır bir karakter. :) Acımasızlığıyla, karizmasıyla, gücüyle, her şeyiyle Savaş o.

Dünya'ya tekrar döndüğümüzde ilk geldiğimizden yaklaşık olarak 100 yıl geçtiğini görüyoruz. İnsanlık medeniyeti tamamiyle yok olmuş, yerine zombilere bırakmış, şeytanlar ve melekler hala savaşmaya devam ediyor ve ortalık tam bir curcuna. Oyun içi dinamikleri oldukça iyi planlanmış. God of War'daki gibi 3 tür soul topluyoruz; öldürdüğümüz düşmanlardan ve açacağımız sandıklardan. Yeşil olan health barımızı, sarı olan wrath barımızı dolduruyor. Mavi olanı da tüccar şeytan Vulgrim'den item satın alma ve skill öğrenmede kullanıyoruz. Bir nev'i para yani.

Galon galon kan akıyor kılıcımın ucundan...
Oyun genel olarak sürekli bir görev içerisinde koşturmakla geçiyor. Bazı zamanlarda monotonluğa düşse de hazırladığı zekice bulmacalar ve neredeyse her görevde değişen ekipmanımız nedeniyle monotonluğu aşıyorsunuz. Destroyer'ın bulunduğu kuleye gitmek için Samael adlı bir şeytanı buluyoruz. Yolu tarif etmesi karşılığında Destroyer'ın bölgeleri kontrol etmek için kullandığı 4 şeçilmişin kalbini istiyor. Bahsettiğim seçilmişlerin oyun içindeki bosslar olduğunu söylemeye gerek yok sanırım. Bu görevi tamamlamak zaten oyunun yarısı demek. :)
Bu süreç içerisinde galon galon kan akıttığımızı ve akıttığımız kan miktarını oyun istatistik menüsünden görebileceğimizi eklemeliyim.

Dövüş sistemi genel olarak God of War'a benzese de kendine has silahları ve komboları sayesinde gayet eğlenceli ve görsel olarak zengin bir içerik sunuyor oyuncuya. Ancak zamanla belli kombolara alışacağınızı ve genel olarak bunları kullanacağınızı belirtmeliyim.

Ruin! O başlı başına bir efsane!
Mahşer'in 4 atlısından bahsediyoruz. En acımasızından. Savaş'tan. Peki Horseman denen bu atlıların bir atı olmalı. Oyunun ortalarında tam da sıkılmaya başladığınız bir anca atınız Ruin'i yeni sahibinden geri alıyorsunuz. Anlamı ''Yıkım'' demek. Gerçekten de asaletiyle isminin hakkını veren bir at. Ateşten yeleleri ve geçtiği yerlerde yanan alevler, gücünün büyüklüğüyle parlayan gözleri ona aşık olmanıza yetiyor da artıyor...



Ruin.

Samael tamam da, Azrael sen bari yapma!

Samael'in görevini tamamladıktan sonra bizi Destroyer'ın bulunduğu kuleye yolluyor. Tam da ''Artık bitti, Destroyer'la yüzleşeceğiz!'' dediğiniz anda hop karşınızda Azrael'i buluyorsunuz. Destroyer, ölüm meleğini esir almış ve 3 güçlü büyü ile bağlı tutuyor. Her bir büyüyü koruyan robotlar görevlendirmiş. Oyunun ikinci yarısı da Azrael'i kurtarmakla geçiyor. O da bizi Shadows Mask'la ödüllendiriyor. Böylece daha önce göremediğimiz geçiş yerlerini, sallanma noktalarını görebiliyoruz.


Ve Destroyer! İkimiz de ismimizin hakkını vermek için yüzleşmeliyiz.

Nihayet Destroyer denen ana şeytanla yüzleşiyoruz. Oyun içinde geçtiğimiz bütün boss savaşlarından daha görkemli bir mücadele burada bizi bekliyor. Ve çok yakın zamanda öğrendiğimiz acı bir gerçeğin, bir ihanetin bilinciyle giriyoruz bu savaşa. (Bu ihaneti öğrenmek de oyuncuya kalsın artık. :P) Sonunda Destroyer'ın son mührü kırmadığı ve sakladığını öğreniyoruz ve her şeyden War'u sorumlu tutan bir melek War'u tekrar öldürüyor. Ancak yanlışlıkla o mühür de kırılıyor. Bu defa kıyamet gerçekten kopuyor.
Son sahne gayet korkutucu ve heyecanlı. War artık yalnız değil ve üstelik gücünün doruğunda...

Ve War tekrar doğuyor. Bu defa gücünün doruğunda ve yalnız değil. Kardeşleri de onunla.

Savaş, Açlık, Hastalık, Ölüm.

Darksiders: Wrath of War künye

Yapımcı: Vigil Games & THQ

Tür: Aksiyon

Yaklaşık Süre: 14 saat.

KoG Son Değerlendirme

Grafik: 7

Ses: 8

Oynanabilirlik: 8

Eğlence: 8

Optimizasyon: 9

Toplam: 8/10


Sistem Gereksinimleri

* Windows XP (SP3), Vista (SP1) veya Windows 7
* AMD Athlon 64 Processor 3800+ 2.4Ghz ya da daha iyisi - Intel Pentium 4 530 3.0 Ghz Processor ya da daha iyisi
* 1 GB RAM (XP), 2 GB RAM Vista veya Windows 7
* 12 GB boş disk alanı
* Nvidia GeForce 8800/GeForce GT220 veya daha iyisi - ATI Radeon X1900 256 MB ekran kartı veya daha iyisi


Darksiders nedir?
God of War + Portal + Bionic Commando + Warcraft + Devil May Cry = Darksiders: Wrath of War

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder